Sekiz yıl süren İran-Irak savaşında her iki taraf da çok yıpranmış, ekonomileri çökmek üzereydi. Aracı devletlerin de etkisiyle İran-Irak Ağustos 1988’de savaş öncesi sınırlarına çekilmek üzere savaşı sonlandırıp barış imzası attılar.
1988'de İran-Irak savaşının sona ermesinden sonra Saddam rejimi Kuveyt'in kendisine ait petrolü çaldığını ve üretimi yüksek tutarak petrol fiyatlarının düşmesine neden olarak Irak'ı zarara uğrattığını ileri sürdü ve bu ülkeye 50-80 milyar ABD Doları civarında tahmin edilen borcunun silinmesini istedi. Bu konuda yapılan görüşmelerden sonuç alınamayınca Irak 2 Ağustos 1990'da Kuveyt'i işgal etti. Irak lideri Saddam Hüseyin Kuveyt'e karşı giriştiği saldırı ve işgal hareketinin açık hedefi bu ülkenin zengin petrol rezervlerini ele geçirmekti. Saddam Hüseyin yönetimi uluslararası çağrılara rağmen ısrarlı bir tutumla Kuveyt'teki kuvvetlerini çekmeyi reddetti ve 28 Ağustos 1990'da Kuveyt'i Irak'ın 19. ili olarak ilhak ettiğini açıkladı.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 29 Kasım 1990'da Irak'ın 15 Ocak 1991'e değin Kuveyt'ten çekilmemesi halinde kuvvete başvurulmasını öngören bir karar aldı. Ocak 1991'e gelindiğinde Saddam'a karşı oluşturulan koalisyonun bölgedeki askeri gücü 700 bin kişiye ulaşmıştı. ABD 540 bin askerle bu gücün asıl ağırlığını oluşturuyordu; geriye kalan bölüm Birleşik Krallık, Fransa, Mısır, Suudi Arabistan, Suriye ve başka ülkelerin sayıca daha küçük asker birliklerini kapsıyordu. Savaş, 16 Ocak 1991’de ABD öncülüğünde Irak'a karşı girişilen geniş çaplı hava akımıyla başlayıp 28 Şubat 1991’de Irak’ın yenilgisiyle sona erdi. Irak'ın yenilgisinden hemen sonra Saddam yönetimini hedef alan halk ayaklanmaları ülkenin önemli bir bölümünü sardı. Saddam yönetimi belirli bir güçlükle karşılaşmakla birlikte elinde kalan kuvvetleri kullanarak bu ayaklanmaları bastırmayı başardı.
Mart 1991'de, Basra ve çevresinde başlayan, iki hafta süren ve Bağdat'a kadar sıçrayan Şii ayaklanması Irak kuvvetlerince sert biçimde bastırıldı. Şii ayaklanmasından birkaç gün sonra da kuzeyde Kürt ayaklanması başladı. Ayaklanmalara karşı Saddam yönetiminin giriştiği sindirme hareketinin vardığı boyutlar yeni bir bunalım yarattı. Daha önce katliamlara maruz kalan Kürtler, tekrar toplu katliam korkusuyla Türkiye ve İran sınırlarına yığıldı. BM, bu sefer Irak karşısında sessiz kalmadı ve yaklaşık 1.5 milyon Kürt mülteci için BM şemsiyesi altında bir kurtarma harekatı başlatıldı. Nisan 1991'de, ABD yönetimi, Irak'a, Kürtlerin bulunduğu bölgede 36. paralelin kuzeyinde karada ve havada faaliyet göstermemesi uyarısında bulundu. Bu çerçevede 36. paralelin kuzeyinin Irak uçuşlarına yasaklanması, Çekiç Güç adındaki uluslararası bir askeri gücün bölgeye yerleştirilmesi ve sonraki gelişmeler Irak Kürdistan Bölgesi’nde fiili bir Kürt yönetiminin oluşmasını getirdi.
Sonuç:
Birleşmiş Milletler günümüzde tüm dünyada uluslararası barış ve güvenliğin koruyuculuğunu yapmakla yükümlü tek kuruluştur. Ancak karar alma mekanizmalarındaki bozukluklar ve ülkelerin çıkar çatışması nedeniyle gerektiği şekilde görevini yerine getirememektedir. Bu nedenle Birleşmiş Milletler her şeyden önce mekanizmadaki eksiklikleri gidermeli ve çıkar çatışmalarının önünü kapatarak salt uluslararası güvenlik ve barış üzerine odaklanmalıdır.
Makalede görüldüğü gibi Irak’ın, İran’la sekiz yıllık savaşı sürecinde, Irak, 1925 ve 1949 Cenevre Sözleşmesi’ni kimyasal silahlar da kullanarak ihlal etmiş ve on binlerce sivil Kürdün hayatını kaybetmesine neden olmuş; ama bunun karşısında BM sessiz kalmıştır. Aynı BM, Irak’ın 1991 Körfez Savaşı sonrasında Kürtlere tekrar saldırması karşısında sessiz kalmayıp gerçek anlamda “İnsancıl Müdahale”de bulunarak sivillerin ölümüne engel olmuştur.
BM’nin burada ki tavrından yola çıkarak temel bir sonuca varabilmekteyiz: ABD gibi güçlü BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri çıkarları karşısında insancıl müdahalede bulunup bulunmama haklarını ellerinde saklı tutmaktadırlar. Bu durum da uluslararası hukukun gerektiği gibi işlenmesine engel olmaktadır. Uluslararası hukukun bu temel sorununun çözümü için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin daimi üyelikleri kaldırılmalı ve güçlü devletlerin çıkarları gözetmeksizin uluslararası hukuk işlenmelidir.
Uluslararası hukukta insancıl müdahale, devletler tarafından kuvvet kullanımı meşrulaştırmadan ziyade sorunların kalıcı çözümü ve iç çatışmalarda insan hayatının kaybı, insanlık onuruna aykırı eylemlerin engellenmesi için Birleşmiş Milletler çatısı altında başvurulan bir uzlaşma yolu olarak görülmeye başlanmalıdır. Böyle bir durum, uluslararası topluma faydalı olacak, insanlık onuru zedelemeyecek ve uluslararası barışın korunmasına katkı sağlayacaktır.