Küresel ve Bölgesel ekonomik, sosyal, demografik ve siyasal alt üst oluşların yaşandığı bir dönemde, Türkiye bir seçime daha gidiyor. Her ne kadar büyük toplumsal gerginliklere yol açmamış olsa bile (çok şükür ki), ülkemizin adeta fokur fokur kaynayan ve basınçtan dolayı patlamaya amade bir buhar kazanına dönüştüğü ortada...
Türkiye'yi restore ederek iç barışı sağlayacağını ve adil bir gelir dağılımı politikasıyla Halkları mutlu edeceğini vaad edip iktidara gelen ve zaman içinde muktedir olmayı da başarıp ülkeyi bir Hallaç edasıyla pamuğa çeviren AKP Hükumetini zor ve dramatik günlerin beklediğini iddia etmek işten bile değil.
Zira AKP İktidarı, varoluşunu kutuplaştırma, germe, yandaş addettiklerini zenginleştirip, yandaş görmediğini düşman varsayarak gerçekleştirmeye çalıştığı an kaybetti yığınlar nezdinde. AKP'nin ve bu partiyi tavanda temsil eden bazı politik aktörlerin, buyurgan, kibirli ve insanların neredeyse saç traşına bile ''laf çakacak'' türden söylem ve davranışları, insanlarda ürküntüye ve giderek de karşıt pozisyon almaya neden olurken; özellikle emeğiyle geçinip en tortu işlerde çalışarak hayatı güzel kılmaya çalışan insanlara adeta sülük ve nankör muamelesi yapması, taşeron çalışmayı sistemleştirerek Türkiye'yi bir şirkete çevirmesi, emekçiden yana asla tavır koymayıp her zaman sermayenin yanında yer alması, özelleştirmelerle ülkeyi bir fabrika mezarlığına çevirmesi gibi nedenler de AKP'deki bu erimenin başka bir nedeni oldu.
Çok partili sisteme geçişten bu yana Türkiye'de büyük ölçüde sağ muhafazakar veya sağ liberal partilerin iktidar olduğunu ve bu bağlamda ülkede özgürlükçü, insanların değerlerine saygılı bir muhalefet sorununun olduğu su götürmez bir gerçeklik... Bir iki devrimci sol çıkışın da darbelerle, bastırmayla sonuçlandığını biliyoruz. Bunun dışında da CHP şahsında somutlaşan ve jakobenizmi, elitizmi siyasasının amentüsü sayan bir sığ damar var. CHP'nin uzun yıllar ülkedeki kimi çelişkilerden faydalanıp oy potansiyelini korumaya çalıştığını, Alevi Canları hazır ''oy deposu'' görme dışında bir stratejisinin olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu parti, genel olarak ''Cumhuriyeti ben kurdum, bundan nemalanırım, Halk yığınları yüksek siyasetten anlamaz'' gibi son derece kaba bir bilinçaltıyla yaklaştı ve yığınlaşamadı.
Gelelim HDP gerçekliğine... Bu partinin bir Halklaşma ve kucaklaşma projesi olarak Sayın Abdullah Öcalan'ın projeksiyonunun, önermelerinin ve Ortadoğu'daki şiddet sarmalına bulaşmadan özgürlüğü ve eşitliği yakalamanın programatiği olduğunu rahatlıkla belirtebiliriz.
HDP ve Eş Genel Başkanlar Sayın Demirtaş ve Sayın Yüksekdağ'ın gösterdiği yüksek performans, topladıkları sempati, kadına, gençliğe, doğaya, işçi sınıfının sorunlarına, eşitlik adalet ve kardeşlik kavramlarına getirdikleri akılcı yorumlar, sadece Kürt Halkında veya sol düşünceli insanlarda değil, Türkiye'nin genelinde bir karşılık bulacağa benziyor. Gene Rojava ve Kobane'deki destansı direniş, DAİŞ çeteciliğine karşı HDP'nin de ilham aldığı Hareketin muazzam kahramanlığı gibi etmenler apolitik Kürtler nezdinde de önyargısız Anadolu insanında da büyük bir hayranlık, sahiplenme ve siyasi teveccühe neden olacak; böylelikle HDP'nin baraj diye bir sorununun olmadığı görülecektir.
Seçimlere 20 gün gibi uzun bir sürenin olduğunu da hesaba kattığımızda, tüm parti ve yurttaşların provokasyonlara karşı dikkatli olmalarını vurgulamak hayırlı bir davranış olacaktır. Keza, siyasetin dışında da bir yaşam vardır ve siyasi başarı için her yol mübah sayılmamalıdır.