Türkiye’de özellikle de muhafazakâr(din-i dar) kesim tarafından sinema, tiyatro ve sanat kabul görülmemektedir. Sosyal medya, gazete okumaları ve sinema ise yeni yeni çok az da olsa “din-i dar” kesimden kopmuş bir kesim tarafından kabul görülmüştür ve görülüyor. Zaten ilk kesime diyecek lafım yok. Ama ikinci kesimle anlaşamadığımız birkaç konu var. Siz değerli okura onları dile getirmek istiyorum.
Mademki din-i dar olan gruptan değiliz diyorsunuz ve açık okumalar yapmaya karar verdiniz o zaman eleştiriye de açık olun!
Mademki açık okumalara yöneldiniz o zaman sanatın, sinemanın, bilimin çeşitlerine ve yöntemlerine de göz atın!
Mademki evrensel mesajlara biz de varız ve özgürlüğü özgünlüğü korumak amaçlı savunacağız diyorsunuz o zaman özgünlüğün önüne engel olmaktan vazgeçin!
Mademki bireyselliğin eğitimine ve sonra toplumun refahına biz de varız diyorsunuz o zaman bir delinin kuyuya attığı taşı çıkarmak için uğraş vermekten vazgeçin!
Neden mi sıralıyorum bunları?
Çünkü geçenlerde sinemaya giren bir filmin nasıl bazı gruplar tarafından istismar edildiğini gördüm.
Çünkü bazı grupların peygamber adını taşıyan bir filmin sadece Müslümanlar tarafından izlenmesi gerektiğine dair boş çabalarını gördüm.
Çünkü bazı grupların evrensel mesajcı olan peygamberin tanıtılmasından rahatsızlık duyduğunu ve bunu basit cahiliye devri tabularıyla engellemeye çalıştıklarını gördüm.
Çünkü adlarına gazete dediğimiz bazı kâğıt birleşimlerinin bu konuyu manşetten verdiklerini gördüm.
Çünkü kendilerini İslam'ın siyasal akımı diye adlandıran yazan tayfasından bol bol üfürükten tayyare yazıların yayıldığını gördüm.
Çünkü yapılan eleştirilerin bir bilinmez üzerine olduğunu fark ettim.
Ne mi demek istiyorum?
Söyle açıklayayım:
Belki çoğunuz biliyorsunuzdur, geçenlerde Mecid Mecidi (17 Nisan 1959 ….) nin Muhammad: The Messenger of God (Muhammed: Allah'ın Elçisi) filmi gösterime girdi. Tabi konu Hz. Muhammed olunca dindar kesimin filime olan rağbeti daha çok ve bu kesim yukarıda bahsettiğim ikinci kesimin çoğunluğu. (sizler onlara nasıl bir isim verirsiniz onu bilmem) ama ben “Sonradan Görmüşler “ diyorum. Tanımımda olumsuzluk yok. Sonradan görmenin ve doğarken içinde olmanın farklılığını göstermek istediğimden bu deyimi seçtim, kullanıyorum.
Mecidi’nin sinema kültü İran romantizmi üstünedir. Bunu “Cennetin Çocukları”, “Cennetin Rengi” ve “Serçelerin Şarkısı” filmlerinde de görüyoruz.
Ancak bizim sonradan görmüşlerimizin (yukarıda saydığımız kesimlerin) bu konuya böyle bakmamalarının sebebi sinemayı putlarıyla izlemelerinden kaynaklandığı kanısındayım.
Bu kanıya nereden mi vardım?
Çünkü filme yapılan eleştirilerin çoğu ideolojik temalı eleştiriler. Vay efendim Şialık kokuyor vay efendim peygamberin yüzünü gösteriyormuş. Vay bilmem ayakları çıplakmış. Vay bilemem elleri kıllıymış. Vay bilmem izlemeyin. Aman ha itikadınızı bozmak için yapılan bir film vb. örnek eleştirileri çoğaltabiliriz ve bu eleştiriler bizim “Sonradan Görmüşler” dediğimiz kesimlerden yapılan eleştiriler. Diğerlerini varın siz düşünün...
Bir film için asıl olan nedir?
Filmi sinema bağlamında değerlendirmektir. Ki yukarıdaki tereddütlere Mecidi’nin izin vermeyeceğini Danimarka’daki karikatür krizinden dolayı Danimarka film festivalinden çekildiğini göz önünde bulundurarak rahatlıkla anlayabiliriz. (Yani sonradan görmüşlerin içi bu konuda rahat olsun.)
Evet, sözün özünü şöyle noktalayabiliriz.
Mecidi’nin ustalık eseri diyebileceğimiz bu filmi. İslam habercisi Hz. Muhammed’in çocukluk dönemini anlatmaktadır. Kullanılan sinama tekniklerinin görsel anlatımıyla bu dönemi okumak çok zevkli bir hale almıştır diyebiliriz. Filmde sembollerin çokça ve olağan üstü görsel zevkle kullanımı Mecidi’nin romantizmini hat safhaya çıkartmıştır. Ve tabi ki gelecek iki film için halkın beklentisi çok çok yüksek olacaktır. Bu konuda Mecidi’nin işi çok zor görünmekte diyebiliriz. Ama ustalık döneminde olan Mecidi’den de zaten böyle zor şeyleri başarması beklenir.
Dileğimiz Allah’tan, Mecidi’nin ömrü seriyi tamamlamaya yetmesidir.