Kavramların içi insan eliyle doldurulduğu için her çağda her dönemde yeni anlamlar ifade etme potansiyelini içinde taşır. Biz de gümümüzde içi boşalmış “siyaset” kavramını yeniden doldurmak isteyenlere yardımcı olmak için tarihe yolculuk yaptık ve “siyaseti” beş kişiye sorduk.
Yıl 1925, yağmurlu bir kış sabahında toplanan kalabalıktan biri Mehmet Akif Ersoy’a sorar: siyaseti ile ilgili düşünceleriniz nelerdir? Ersoy, “ Siyaset, ikiyüzlü insanların yeridir” diye cevaplar.
Yıl 1930, Necip Fazıl Kısakürek, bir yazısında “Fikir besler, siyaset öldürür. Siyaset fikrin kendisi değil posasıdır” diye yazarak siyasete olan yargısını belli eder.
Yıl 1950, İstanbul’da bir yaz gecesinde gökyüzündeki yıldızları izleyen Ahmet Hamdi Tanpınar masasındakilerden birisinin sormasıyla siyasete dair düşüncelerini “Politika insanı abrutir(sersemletmek, zihni bulandırmak) eder mi? bilmiyorum fakat dikkati dağıttığı yahut başka yerlere çektiği, içinden bir şeyleri yediği muhakkak” şeklinde açıklar.
Yıl 1950, Bediüzzaman Said Nursi’nin dudaklarından “Euzu billahi mine’şeytani ve’s-siyase” sözcükleri dökülür. Ve siyaseti “tarafgirlik” olarak alanları, kurtuluşu siyasette bulan dindar siyasetçileri uyarır.
Yıl 1960, Faruk Nafiz Çamlıbel yemek masasında Elif Naci’ye dönerek; “Ne mutlu sana politikayla uğraşmadığını kıskanıyorum.” Diyerek siyasete olan yargısını belli eder.
Beş bilge insandan beş yakın cevap aldığımıza göre siyasetin olumsuz bir tanıma sahip olduğunu inkâr etmek anlamsız olacaktır. O halde nedir siyaset? Veya siyaset dediğimiz şey ne olmalı?
Bizce siyaset, dolandırıcılara karşı olmalı, hukuka dayanmalı, mecliste boş boş oturanlara gelir kapısı olmamalı, her şeye karışıp dokunulmama güvencesi olmamalı, fakiri daha fakir, zengini daha zengin yapmamalı, iki yüzlü davranmaların alanı olmamalı, sofistike konuşmaların zemini olmamalı, bir yan meslek hiç olmamalı, belli zümrenin arenası olmamalı, halka dokunmalı, halkı dinlemeli, halka hak adına hizmet etme bilinciyle kuşanmalı, liyakatı benimsemeli, zulme karşı olmalı.
Bize siyaset, Ali amcanın, Fatma teyzenin, öğrenci Cemil’in, çoban Fevzi’nin, çiftçi Osman’ın, sanayici Mahmut’un, memur Kezban’ın, mühendis Selma’nın, ve saydıkça sayabileceğimiz devlet içindeki tüm mesleklerin, grupların, halkların taleplerine uygun upuygun olmalı.
Bizce bunları karşılamadıkça siyaset olmamalı. Sizce ?